13 Nisan 2016 Çarşamba

Koskoca Cumhuriyet Devrimi’nden Elimizde Ne Kaldı?

               


                        Koskoca Cumhuriyet Devrimi’nden Elimizde Ne Kaldı?

Cumhuriyet kavramı temelde, vatandaşların kendi yöneticilerini kendisi seçtiği bir devlet şekli olarak açıklanmaktadır. Dünya tarihinde cumhuriyetin ilk adımlarına baktığımızda MÖ 500’de Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Atinalı soylu Kleisthenes sadece erkeklerden oluşan ilk meclisi kurmuş ve bu mecliste yer alacak kişileri halk (köleler ve Atinalı olmayanlar hariç) seçim yaparak kendileri belirlemiştir. İlk cümlede belirttiğim tanım Antik Yunan’da ki cumhuriyet anlayışıyla örtüşmektedir. Ancak 1789 Fransız Devrimi’nden sonra tam manada cumhuriyet kavramı (herkese özgürlük, tam eşitlik, gerçek halk yönetimi vb.) gerçekleşme yoluna girmiştir.
Türkiye çerçevesi ile cumhuriyet kavramına baktığımızda, ilk olarak 23 Aralık 1876’da Kanun-i Esasi ilan edildi. Kanun-i Esasi mucibince iki parçalı bir meclis oluşturuldu. Birinci parça üyelerini seçim yoluyla belirleyen Meclis-i Mebusan, ikinci parça ise toplumun öne çıkan isimleri arasından padişahın seçtiği Heyet-i Ayan’dır. Bu iki parçanın toplanması sonucu Meclis-i Umumi ortaya çıkmaktadır.
Bu meclisin çalışmalarını sürdürdüğü sırada 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı ortaya çıkmıştır. Savaş sırasında meclis parçaları arasında büyük tartışmalar yapıldı ama ne yazık ki ortaya elle tutulan, somut bir çözüm yolu koyulamadı.
Savaşın Osmanlı aleyhinde sonuçlanması nedeniyle, İkinci Abdülhamid tüm suçu Meclis-i Mebusan’a yükleyerek 14 Şubat 1878 tarihinde Meclis-i Umumi’yi feshetmiştir. Böylelikle Birinci Meşrutiyet son bulmuş oldu.
Meclis-i Umumi’nin zorla kapatılmasına karşılık, halk meşrutiyeti sevmiş ve özümsemiştir. Nitekim 1908 yılında Avrupa’da okumuş, eğitim görmüş aydınlar ve ordu içinde üst düzeyde görevler alan askerler tarafından oluşturulan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin meşrutiyet mücadelesine halkta büyük destek vermiştir. Bu mücadele amacına ulaşmış ve 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiştir. Tekrar açılan mecliste çoğunluğu elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisi, meşrutiyeti geliştirmek ve cumhuriyetin temellerini atmak için büyük gayrette bulunmuşlardır.
12 yıl boyunca üç defa kapatılıp açılan ve girdiği çoğu seçimi kazanan İttihat ve Terakki Partisi, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi nedeniyle padişah tarafından feshedildi ve yerine Damat Ferit Paşa hükümeti geldi. Böylelikle Osmanlı Devleti’nde İttihat ve Terakki hareketi tarihe karışmış oldu.
Osmanlı Devleti’nin fiilen işgalinden sonra Mustafa Kemal önderliğinde ki Heyet-i Temsiliye yeni bir meclisin kurulması gerektiğini, İstanbul’un işgalinden dolayı da bu meclisin Ankara’da toplanması önerisini sunmuş ve kabul edilmiştir. 23 Nisan 1920’de Cuma günü 115 milletvekili ile Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
24 Nisan 1920’de yapılan ikinci toplantı da Mustafa Kemal meclis başkanlığına seçilmiştir. Bu görevi cumhuriyeti ilan edip, meclis tarafından cumhurbaşkanı seçildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürmüştür.
29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte gerek yeni Türk devletine, gerek Türk milletine yüklenen çeşitli kazanımlar bulunmaktadır.
Bunların en başında geleni yönetim şeklimizdir. İslamiyet’ten önce Türk Devletleri’nde hanlar, kurultay tarafından seçilirdi. Osmanlı’da ise tamamı ile bir teokratik düzen vardı. Mustafa Kemal bu diktatörlük otoritesinden duyduğu rahatsızlık kendisinde millet egemenliği fikrinin gelişmesinde etkili olmuştur. Bu etkide sadece düşüncede değil filende gerçekleşip yeni Türk devletinin yönetim şeklini cumhuriyet yapmıştır. Diktatörlük düşüncesine ise en iyi cevabı Nutuk’ta vermiştir: “Her zaman, ulusun sevgisine dayanarak, hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve utkulu olacaktır.”
İkinci kazanım olarak milli devlet anlayışını ele alabiliriz. Fransız Devrimi’nden sonra başlayan milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti’nin gerilemesinde ve parçalanmasında büyük rol oynamaktadır. Bunun analizini iyi yapan Mustafa Kemal, böyle bir durumun tekrar yaşanılması olanağının önüne geçmek için milli birliğin önemini vurgulamış, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin dil, kültür ve siyasi birliktelik değerlerine dayanan milliyetçiliğini halka benimsetmeye çalışmıştır.
Bir başka kazanım olan laiklik, cumhuriyetin ilanından beri üzerinde en çok tartışma yapılan konu olmuştur. Halifeliğin Osmanlı hanedanına geçmesiyle birlikte bu makam, dini işlerden çok siyasi işlerin idaresini sağlamakta kullanılmıştır. Atatürk, zamanla vasıfsızlaşan bu halifelik makamını kaldırarak laiklik yolunda önemli bir adım atmış oldu. Bu uygulamaya karşı çıkanların da bu makamdan çıkar sağlayan kişiler olduğunu belirtmiştir. Bunun en güzel örneği olarak da 13 Şubat 1925 tarihinde Elazığ, Bingöl, Diyarbakır çevresinde “din elden gidiyor” palavralarıyla ortaya çıkan Şeyh Said isyanıdır. Bu isyanın kararlıkla bastırılması ile topluma laiklikten taviz verilmeyeceği gösterilmiş olundu.
Cumhuriyet Devrimi ile önemi artan bir diğer konu milli eğitimdir. Osmanlı Devleti’nde eğitim alanında bir birlik mevcut değildi. Dini ağırlıklı eğitim veren mektep ve medreselere fakir halkın çocukları gidiyordu. Maddi durumları görece daha iyi olan ailelerin çocukları ise yabancı devletlerin açtıkları, eğitim düzeyi daha iyi olan özel okullarda okuyorlardı. Eğitimin bu denli ayrışması, ister istemez halkında kutuplaşmasına neden oluyordu. Cumhuriyet Devrimi ile beraber çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu durumun ortadan kalkmasını sağlamıştır. Eğitimin çağdaş, bilimsel, cumhuriyet ilkelerine uygun, eşitlikçi olması amaçlanmıştır.
Ele alabileceğimiz bir başka konu da milli bir ekonomi planının uygulanmasıdır. Osmanlı Devleti yıllarında birçok kapitalist ve emperyalist ülkeye kapitülasyonlar tanınmış, coğrafyamız bu ülkelerin açık pazarı haline gelmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile beraber ve kapitülasyonlar ve çiftçimizin omzunda büyük bir yük olan aşar vergisi kaldırılmıştır. Halk arasında dengeli bir gelir dağılımı oluşturulmuş, hızlı ve dengeli sermaye birikimi sağlanmıştır.
Şimdi gelelim bu yazıyı yazmamda ki asıl amaca, asıl mevzuya. O koskoca köklü Cumhuriyet Devrimi’nden, Türk Devrimi’nden şimdi elimizde neler kaldı?
Şöyle bir maziye baktığımızda ölümünün ardından bütün malvarlığını, kendi kurduğu ülkesine, vatandaşlarına miras bırakan; tüm dünyanın kendisine hayranlıkla, gıpta ederek baktığı; emperyalist güçlerle Urfa’da, Maraş’ta kanının son damlası akana kadar savaşan, İzmir’de Yunanı denize döken, Çanakkale’de bütün zor şartlara rağmen Ocean’a, Bouvet’e boğazı dar eden, kitaplara, filmlere konu olan şanlı Türk askerinin komutanı olan; yeri geldiğinde savaşmayı değil, ölmeyi emreden bir lider görüyoruz.

Günümüzde ise ne mi görüyoruz?
Oğlunu arayıp “paraları sıfırladınız mı?” diye soran; halk ayağına giyecek ayakkabı bulamazken, ayakkabı kutularında para biriktiren; yolsuzluk yapanların, rüşvet alanların arkasında duran, vergi kaçıranlara ödüller veren bir takım insanlar görüyoruz.
Ülke içi karışıklıklardan beslenen; sivil anayasa kisvesi altında hazırladıkları taslakta milli şuur oluşumunun önüne ket vuran maddeleri halka kabul ettirmeye çalışan, Türklük kelimesini tamamı ile zihinlerden silmek için emek sarf eden; Gezi Parkı’nda, Cerrattepe’de doğası için, ormanı için, ırmağı için mücadele veren insanlara çapulcu gözüyle bakan; ülkenin yüzde ellisi dışarıda iken diğer yüzde elliyi evinde zor tutuyorum diyen; tecavüzcünün, çocuk istismarcısının safında duran “bir kereden bir şey olmaz” diyerek bütün ahlaksızlıklarını dışarı vuran devlet büyüklerimiz görüyoruz.
Ülkede milli birlik ve beraberliği sağlaması gerekirken her fırsatta etnik köken ayrımı yapan, “hem laik hem de Müslüman olunmaz” diyerek vatandaşları 80’li yıllarda ki gibi sağ-sol kutuplaşmasına götürmeye çalışan; her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık diyerek cumhuriyetin temel ilkelerinden olan Atatürk milliyetçiliğini yok sayan, “90 yıllık enkazı kaldırdık” diyerek Cumhuriyet Devrimlerini ortadan kaldırmaya çalışan siyasi aktörler görüyoruz.
Her yıl eğitim sisteminde değişiklik yapan, KPSS sınavında soruların sızdırılmasına göz yuman, atanamadığı için intihar eden öğretmenler hakkında “ilgi çekmek için “ intihar ettiklerini söyleyen, tarih ders kitaplarından Atatürk ismini kaldırarak cumhuriyet ve milli devlet düşmanlığını gözler önüne seren bürokratlar görüyoruz.
Aslında daha çok şey görüyoruz. Bunların yarısını gördüğümüz gün unutuyoruz, diğer yarısını da görmezden geliyoruz. Bir de bu gördüklerimizin, görünmeyen tarafı var. Asıl sorunun büyüğü o tarafta.
Peki, bu durumun üstesinden nasıl geleceğiz? Kurtuluş Savaşı’nda ordumuzun, kuvay-i milliyemizin göstermiş olduğu cesaret ve azimle mücadele ederek, Cumhuriyet Devrimlerine tekrar sarılarak, Atatürk milliyetçiliğini benimseyerek, Mustafa Kemal’i anlayarak başımızın üstündeki bu kara bulutları dağıtabiliriz.
“Tek başıma ben ne değiştirebilirim?” diye düşünmeyerek, elimizden geleni ardımıza koymadan mücadeleye ortak olmalıyız. Hep beraber, el ele vererek ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmalıyız. Artık görev sırası bizlerde.

                                                                                              CEBECİ ADT Tarih Çalışma Grubu
                                                                                   Kazım ÜMÜTLÜ/Sosyal Bilgiler Öğretmenliği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder